Ad ve Soyad | : | |
---|---|---|
E-Posta | : | |
Telefon | : | |
Toplumsal etkileşim üzerine çalışan Erving Goffman, bütün insanların çok bilgili eyleyenler olduklarını öne sürmekte oldukça haklıdır. İnsani varlıklar olarak bizler her ne isek, büyük ölçüde, karmaşık bir adetler dizisi takip ettiğimiz için öyleyiz -örneğin sokakta birbirlerinin yanından geçerken yabancı kişilerin dikkat ettiği merasimler. Öte yandan, bu bilgi yeteneğimizi eylemlerimize uyguladığımızda, kendilerini kaynak olarak kullandığımız kurallara ve adetlere güç ve içerik katmaktayız. Yapılaşma, yazarın 'yapının ikiliği' dediği şeyi her zaman varsayar. Bu demektir ki, bütün toplumsal eylemler yapının var oluşunu varsayar. Fakat aynı zamanda, yapı da eylemi varsayar çünkü yapı insan davranışının düzenliliklerine dayanır.
Bir sokakta iki insan karşılaştığında, belirli bir uzaklıktan birbirlerini süzerler; yakınlaşıp birbirlerinin yanından geçerlerken gözlerini kaçırıp başka yönlere bakarlar. Bunu yaparlarken, Erving Goffman'ın (1967,1971) birçok durumda birbirimize karşı benimsemek zorunda olduğumuz uygar kayıtsızlık dediği şeyi sergilerler. Uygar kayıtsızlık, başkalarını dikkate almamakla aynı şey değildir. Her birey, öteki insanın farkında olduğunu gösterir ancak çok teklifsiz görünebilecek herhangi bir jestten kaçınır. Uygar kayıtsızlık, bizim az çok otomatik olarak gerçekleştirdiğimiz bir şeydir; ancak etkin bir biçimde ve kimi zaman yabancılar arasında korkmadan yürütülmesi gereken toplum yaşamının varolmasında temel bir öneme sahiptir.
Bunun önemini anlayabilmenin en iyi yolu, geçerli olmadığı örnekleri düşünmektir. Bir kişi bir başkasına, gözünü dikerek ve yüzünde belirli bir duyguyu açıkça göstererek bakıyorsa, bu normal olarak bir aşık, aile bireyi ya da yakın bir arkadaştır. Yabancılar ya da caddede, işte ya da bir partide tesadüfen karşılaştığımız kişiler hemen hemen hiçbir zaman bir başkasına böyle bakmaz. Böyle yapmak, düşmanca bir niyetin göstergesi olarak alınabilir; örneğin ırkçılar, yanlarından geçen öteki etnik, gruplardan kişilere "nefret bakışı" atmalarıyla bilinirler. Arkadaşlar bile yakın bir karşı karşıya konuşmada birbirlerine nasıl baktıklarına dikkat etmelidirler. İki taraf da, ilgisini ve konuşmada yer aldığını göstermek için, düzenli aralarla ötekinin gözüne bakar, ancak gözünü dikerek bakmaz. Gözünü ayırmadan bakmak, güvensizlik ya da en azından ötekinin ne söylediğini anlamama işareti diye yorumlanabilir. Eğer her iki taraf da birbirlerinin gözüne hiç bakmıyorlarsa, bunun kaçınmanın, güvensizliğin ya da bunlar değilse tuhaf davranışın işaret diye düşünülmesi olasıdır.
Ağızdan çıkan kimi şeyler konuşma olmaktan çok fısıldanmış ünlemler ya da Goffman'ın tepki haykırışları dediği şeylerden oluşur (Goffman 1981). Lucy'nin bir yere çarptıktan ya da bir şeyi düşürdükten sonra söylediği "Aman!" [Oops!] sözünü ele alalım. "Aman!", bir terslik karşısında gösterilen, tıpkı birisi elini yüzümüze doğru salladığında gözlerimizi kırpmamız gibi yalnızca önemsiz bir refleks gibi görünmektedir. Ne ki bu, insanların genellikle yalnızken söylemiyor olmalarının gösterdiği gibi, istemeden verilen bir tepki değildir. "Aman!" olağan olarak, birlikte olunan başka insanlara yöneltilir. Ünlem, söz konusu tutukluğun orada bulunan tanıklara, Lucy'nin kendi eylemleri üzerindeki denetimi hakkında kuşku yaratacak nitelikte değil, yalnızca önemsiz ve geçici nitelikte olduğunu göstermektedir. "Aman!", önemli kaza ya da felaket durumlarından çok yalnızca önemsiz bir sakarlık durumunda kullanılır -bu aynı zamanda ünlemin toplum yaşamının ayrıntılarını denetimli bir biçimde yürütebilmemizin bir parçası olduğunu göstermektedir. Dahası, sözcük Lucy'nin kendisi tarafından değil, onu gözleyen bir başkası tarafından da söylenebilir; ya da bir başka kişiyi uyarmak için de kullanılabilir. "Aman!" normal olarak kısa bir ünlemdir, ama kimi durumlarda "aa" uzatılabilir. Örneğin, kişi bir ödevi yerine getirirken gelinen kritik bir anı kapsayabilmek için ünlemi uzatabilir.
Bireylerin diğerlerinin söylediklerine ya da yaptıklarına doğrudan dikkat ettiklerinde gerçekleşir. Toplumsal etkileşim, genellikle hem odaklanmış, hem de odaklanmamış ilişkileri içerecektir. Goffman, odaklanmış bir etkileşim anını bir karşılaşma diye adlandırmaktadır; gündelik yaşamımızın çoğu, çokluk orada bulunan başkalarıyla gerçekleşen odaklanmamış etkileşimlerin oluşturduğu bir ardalan içinde, diğer insanlarla -aile, arkadaşlar, çalışma arkadaşları- gerçekleşen karşılaşmalardan oluşmaktadır. Ayak üstü sohbetler, seminer tartışmaları, oyunlar ve rutin yüz yüze ilişkilerin (bilet satıcıları, gar sonlar, tezgahtarlar vd. ile) hepsi karşılaşmalara birer örnektir. Karşılaşmalar her zaman, uygar kayıtsızlığın bir kenara bırakıldığı "açılışlara gereksinim duyarlar. Yabancılar bir araya geldikleri ve konuşmaya başladıklarında bir davetteki gibi uygar kayıtsızlığın bitirilme anı her zaman risklidir. Çünkü, kurulan karşılaşmanın niteliğine ilişkin yanlış anlamalar kolayca ortaya çıkabilir (Goffman 1971). Dolayısıyla gözlerin karşılaşması ilk anda belli belirsiz ve geçici nitelikte olabilir. Kişi daha sonra, giriş kabul edilmezse doğrudan hiçbir devinimde bulunmamış gibi davranabilir. Odaklanmış etkileşimde herkes, gerçekte karşılıklı olarak söylenen sözler kadar yüz ifadeleri ve jestlerle de iletişime girer. Goffman, bireyin "verdikleri" ile "ilettikleri" ifadeleri birbirinden ayırmaktadır. Bunlardan ilki, insanların öbürleri üzerinde belirli izlenimler yaratmak için kullandıkları sözlerle yüz ifadeleridir. İkincisi ise, öbürlerinin bu insanların içtenliklerini ya da doğruyu söyleyip söylemediklerini anlamak için dikkate aldıkları ipuçlarıdır. Örneğin, bir lokanta sahibi, yemeklerinden ne kadar hoşnut kaldıklarını söyleyen müşterilerini kibar bir gülümsemeyle dinler. Aynı zamanda, yemeklerini yerlerken müşterilerin ne kadar hoşlanmış göründüklerine, tabakta çok yemek bırakıp bırakmadıklarına ve hoşnutluklarını dile getirirlerken kullandıkları ses tonlarına dikkat eder.
Goffman ve toplumsal etkileşim üzerine çalışan diğer yazarlar, toplumsal etkileşimi çözümlerlerken tiyatrodan alınma kavramları sık sık kullanırlar. Toplumsal rol kavramı, örneğin, bir tiyatro ortamından gelmektedir. Roller, verili bir statü, ya da toplumsal konumda bulunan bir kişinin izlediği, toplumsal olarak tanımlanmış beklentilerdir. Bir öğretmen olmak, özel bir konumda yer almak demektir; öğretmenin rolü, öğrencilerine karşı belirli biçimlerde davranmaktır. Goffman toplum yaşamını, oyuncular tarafından sanki bir sahnede ya da pek çok sahne de, çünkü bizim nasıl davranacağımız, belirli bir zamanda oynadığımız rollere bağlıdır oynanıyormuş gibi görmektedir. insanlar, başkaları tarafından nasıl göründükleri konusunda duyarlıdırlar ve başkalarını kendi istedikleri gibi tepki vermeye zorlayacak pek çok izlenim yönetimi biçimi kullanırlar. Bu, kimi zaman hesaplı bir biçimde yapabilirsek de, genellikle bilinçli bir dikkatle yapmadığımız şeyler arasındadır. Philip bir iş toplantısına katıldığında, takım elbise giyip kravat takar ve en iyi davranışını gösterir; aynı akşam, rahatlamak için arkadaşlarıyla bir futbol maçı izlerken, kot pantolon ve tişört giyer ve pek çok fıkra anlatır. Bu, izlenim yönetimidir.
Giddens, Anthony. Sociology. Macmillan, 2001.