Ad ve Soyad | : | |
---|---|---|
E-Posta | : | |
Telefon | : | |
Günlük
Oğuz Atay, 1934’te İnebolu’da doğdu. Ankara Maarif Koleji’ni, İTÜ İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. 1960’da İDMMA İnşaat Bölümün’de öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Tutunamayanlar’ın yayımlanmasının (1971-1972) ardından, önemli bir tartışmanın odağında yer aldı. TRT 1970 Roman Ödülü’nü kazanan Tutunamayanlar’ı kısa bir süre sonra, 1973 yılında Tehlikeli Oyunlar adlı ikinci romanı izledi. Hikayelerini Korkuyu Beklerken başlığı altında topladı. 1911-1967 arasında yaşamış hoca Prof. Mustafa İnan’ın hayatını romanlaştırarak Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan’ı yazdı. Oğuz Atay 13 Aralık 1977’de büyük projesi “Türkiye’nin Ruhu”nu yazamadan hayata gözlerini yumdu. Ölümünden sonra Günlük ve Eylembilim kitapları yayımlandı. Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eseri Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi.
25 Nisan 1970
Selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. "Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu,” dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.
26 Nisan
Bugün, Blake Edwards'ın -başoyuncu Peter Sellers- '"The Party” adlı filmini gördüm. İyi niyetli ve korkunç sakar bir adamın hikayesi. İlk defa bir komedinin, beni bu kadar yorduğunun, bana acı geldiğini gördüm. Böyle bir insan ne yapabilir? Ya bütün hayatınca, kendinin ne olduğunu bildiği için hiç kıpırdamadan, tırnağını bile oynatmadan bir köşede oturur; ya da -Peter Sellers gibi- bir kere başlayınca tutamaz kendini artık. Peki bu adam ne yapsın? Benim yaptığım gibi, yıllarca yaşamasın mı? Sonunda tabii, bir kız çıkıyor ve onun kalbini anlıyor. Efendim? Filmin bitişi böyle. Benim hayatımın bir kısmı da böyle oldu. Fakat film gibi hayat bir
yerde bitmiyor. Filmin devamı, Sevin'e Londra'da anlattığım gibi oluyor: 'Suç ve Cezada Marmaledov, sarhoşları heyecanlandıran bir cennet hikayesi anlatır ve sonunda hepsinin içeri alındığını, cennetin kapısında bekleyen Marmaledov gibi serserilere de "gelin hergeleler siz de..." denir. Sonra... sonra içerde hadise çıkarıyorlar, masaları devirip, aynaları kırıyorlar. Cehaletten, görmemiş olmaktan tabii. Tekrar dışarı atılıyorlar sonunda. Sevin, “Artık meseleni sanat haline getirdin." dedi. Doğru ya, sanat eseri ile insan, yaşar mı bir insanla yaşadığı gibi. Peter Sellers'ı seyretselerdl, nasıl kendilerini tutamadıklarını anlarlardı. Bir gülüş, bir tatlı söz onu baştan çıkarır; bir bakıma zararlıdır. O tatlı bakışın sahibi, sonra, içine düştüğü ümitsiz pişmanlıktan kurtaramaz onu. Bu ağırlığı da kimse çekemez. Sevin bile, 'ağırlık' kelimesini kullandığım zaman yadırgamadı. Bilmedi ki ben her şeyi hem görüyor, hem de ümitsizce öyle olmadığının söylenmesini bekliyordum. Şimdi yalnızlığımı ve çaresizliğimi daha iyi görüyorum. Londra'ya gitmeden önce, bana dayanılmaz gelen acı ümitler içindeydim. Bütün mesele bu imkansızlığı görmekse, ben onu hiç yaşamadan da biliyordum. Bu imkansızlığın ötesine geçip, onu zorlamadan bir şeyler çıkarabilecek miyim? Bilmiyorum. Bunu, bana zaman gösterecek.
Atay, Oğuz. Günlük. İletişim Yayınları, 2019.